Sayfalar

30 Eylül 2012 Pazar

FACİAYI GÖRDÜM!

HA POLO HA BU FENERBAHÇE...

29 Eylül Cumartesi günü yapılan Kasımpaşa - Fenerbahçe karşılaşması, özellikle Fenerbahçeliler için polo ya da kriket karşılaşması kadar sıkıcıydı. Sonucu da yıkıcı oldu.

Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı, konumu açısından güzel bir stat ama elbette bir İnönü değil. Mahalle arasında kalan, alçakgönüllü bir destek alan Kasımpaşa, yeni bir yönetim anlayışıyla idare ediliyor. Daha profesyonellerin, stadı daha boş hale getirmesi de ayrı bir çelişki...

Stada doğru yürürken çekici İstiklal Caddesi'nin kalabalığına karışmamak, Asmalımescit'te boş bir sandalyeye çökmemek için kendimi zor tutmuştum. Maç başlayıp dakikalar ilerledikçe pişmanlığım daha da arttı. 

İlk yarıyı "Kötü oynayan Fenerbahçe yoktur, az votka vardır!" gibi o an için güzel gelen esprilerle geçirdik ama ikinci yarıda yapılan oyuncu değişiklikleri bile hareket getirmedi. Beleştepe'dekiler şanslıydı, şehrin güzel kalabalığına karışabilirlerdi. Televizyondan izleyenler şanslıydı, başka maça dönebilirler hatta ComedyMax'ten dizi seyredebilirlerdi! Statta kalanlar ise 90 dakika boyunca Mehmet Topuz'a ve Sow'a maruz kaldılar. Neyse ki Kasımpaşa oyunun namusunu kurtardı da hakkıyla galibiyet aldı.

Taraftarların önce Aykut Kocaman'ı istifaya davet etmesi, "Aykut ne oluyor, takım niye koşmuyor?" diye hesap sorması yetmedi. Hedefte bu kez Aziz Yıldırım da vardı ve kulüp başkanından anons yapması istendi!

Bana kalırsa konu sadece Alex ile Aykut Kocaman'dan birinin kalması ve gitmesiyle çözülebilecek gibi  değil. Hatta Aziz Yıldırım'dan benzer bir istekte bulunanlar bile ne kadar haklı, tartışılır. Aslında geçen sezonun sonlarına doğru Aykut Kocaman'ın da işaret ettiği gibi tahmin edilenden uzun süren olumsuz bir motivasyon kaynağından olumlu bir sonuç elde etme dönemi geride kaldı. Çok değil, üç maç üst üste kazanılsa, beş pas doğru yapılsa bir şeyler düzelme yoluna girecek. Aksi halde, sahada iyi sonuç alınamazsa bu kez çok cılız çıkan "Aziz Yıldırım içerideyken durum daha iyiydi." diyenlerin bile sesleri daha yüksek çıkacaktır... 

15 Eylül 2012 Cumartesi

"KIRK SATIR MI, KIRK KATIR MI" HİKAYESİ v.1.6.0

FORMANIZIN EMEKLİ EDİLMESİNİ Mİ İSTERDİNİZ, HEYKELİNİZİN DİKİLMESİNİ Mİ?

Blog kardeşim http://balkanlardangelen.blogspot.com Mirsad Türkcan'ı "Basketbolun Cesur Yüreği" olarak tanımlamış, kısa öyküsünü de yazmış. 

Ben burada tekrara düşmeyeyim.



Fenerbahçe'nin ilk kez bir sporcusunun formasını emekli ettiğini biliyoruz. 12 numaralı formayı taraftara armağan ettiği için kimseye vermediğini de. Zaten forma emekli etme işi bizden çok ABD'lilerin sevdiği bir gelenek. Hatta öyle ki NBA'de sadece formalar değil, ünlü anlatıcıların hatta anonsçuların mikrofonları bile emekliliğe ayrılabiliyor. Burada bir liste var.



NBA'deki lokavt sırasında Beşiktaş Cola Turka forması giyen ve ligler başladıktan sonra ülkesine dönen Deron Williams'ın 8 numaralı formasının emekli edilmesi garipliğini bir kenara bırakırsak, bizde böylesi örnekler pek yok.









Tabi burada, aramızdan zamansız ayrılan Ediz Bahtiyaroğlu'nun 2 numaralı formasının bir daha Eskişehirsporlu herhangi bir futbolcu tarafından giyilmeyeceğini hatırlatmamız gerekir. Sanıyorum Deron Williams kadar Ediz'in de kaç numaralı formayı giydiğini istatistik veren sitelere ya da eski fotoğraflara bakmadan hatırlayan pek çıkmayacaktır.



Fenerbahçeliler için ise galiba "6" rakamı artık sadece yüze yayılan geniş bir gülümsemeyle değil, burnun hafifçe kaldırıldığı ve gözlerin kısıldığı bir gururla da hatırlanacaktır.

Daha sözleşmesi devam ederken Fenerbahçe taraftarının efsane olarak gördüğü Alex de Souza'nın heykeli için yönetim katından kerhen de olsa bir destek yokken Mirsad'a yapılan jestin büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.











Mirsad da Alex de gittiklerinde, Fenerbahçelilerin belki oynadığı günlerden daha fazla sevdiği sporcular olacak. Ve şu bir gerçek ki Mirsad gidince ruh, Alex gidince de akıl eksik kalacak.

YÜKSEK OKTAN VE BİR PRENSES

YÜKSEK OKTAN VE BİR PRENSES

Bu fotoğraflar, Kanada'da yapılan hurda araba yarışlarından. Fotoğrafları çeken derginin editörü organizasyonu, "Yüksek oktan ve bir prenses" başlığını uygun görmüş. 


Hayır elbette ki prenses, bu kişi değil. Yarışlarda çok sayıda gönüllü görev aldı ve zaman zaman zor anlar yaşadı.


Farklı kategorilerden yarışların yapıldığı organizasyonda ödülün adı da "prenses" değildi. Öyle olsaydı böyle yol kenarına bırakılmazdı.











En genç yarışçı 14 yaşındaki Chelsey O'reilly'di. Bu fotoğrafta pilotların nasıl serinleyeceğine dikkat...












Hayır, prenses O'reilly de değildi. Genç pilotun o tırnaklarla nasıl yarıştığı da merak konusu.

Aslında yarışmada tek bir prenses yoktu. Odülleri dağıtan ve balo kıyafeti giyen genç kızlara "prenses" denmesine karar verilmişti. Bu prenseslerin tek eksiği de bütün hurdalığı değiştirecek bir sihirli değnekti. 

3 Eylül 2012 Pazartesi

BURASI NERESİ?


"Bazen onunla da olunmaz, onsuz da. Ama ne hikmettir ki hem iç ve dış düşmanlar hem de gönlünü kaptıranlar 'onunla da onsuz da olmayacağı' konusunda hemfikirdir."


Hep bir yönetim problemi vardır. Koalisyonlar da yönetmiştir, tek adamlar da. O tek adam da iyidir elbette ama ah o çevresi yok mu! Çevresi hep düşmanlarla çevrilidir; içi de düşmanlarla doludur. Bu yüzden hep tetikte olmak gerekir. 

Gönül verenleri her şeyi kolaylıkla yapabileceklerine inanır. Yapabildiği de olur, yapamadığı da. Yaptığındaki coşkusu da yapamadığındaki kederi de en uçtadır! Pardon yapamadığı diye bir şey yoktur; yaptırmamışlardır…

İşlerin iyi gitmesini kitleler sağlar. Bir şeyler kötü gidiyorsa sorumlu kesin birinci adamdır. Olmadı ikinci adam… Hatta birinci adamla ikinci adam arasında -varsa- çekişme tek sorundur. Hiç çekişme yoksa bu kez de zaten diktatörlük vardır, yine sorun vardır.

Kendisini oraya ait hissedenlerin bir kısmı hep övülmek ister. Yermek, hep övülmek isteyenler tarafından ihanetle eş değerdir. Yermekten başka görevi olmayanlar da vardır hem içinde hem dışında… Gerektiğinde öven, gerektiğinde yeren; gerektiğinde İsa'ya, gerektiğinde Musa'ya yaranamaz. 

Tarihiyle gurur duyulur. Hem içeride hem dışarıda tarihiyle gurur duyulmaması gerektiğine inananlar da vardır. İlkler onun eseridir. Çevresinde örnek gösterilir. Geri kalmışlığı da vardır, idare eder.

"İyi şeyler de oluyor" haberleri az okunur. Yenilik heyecanlandırır. Eskiye özlem duyulur. Bir öyledir, bir böyle. Hem öyledir hem böyle! Kafa karışıklığı zenginliğidir. 

Hep büyük bir kapının eşiğindedir. O eşik bir türlü aşılamaz. Bunun sorumlusu elbette iç ve dış düşmanlardır. O eşiği aşmışların ya şansı yaver gitmiştir ya da zaten dışarıdan yardım almış, kaynak sömürmüştür.

Sınırını biraz aşsa "Ne gerek var ki!" diye eleştirilir. Sınırlar içinde kalmasına ise kimse razı gelmez.
Hep hücum etmelidir. Fütuhatçıdır. Savunmada kalmak tarihinde yazmaz!

… gelecektir ve sorunlar çözülecektir. Sorunların çözümü bazen de …'nın gitmesine bağlıdır.

Bazen onunla da olunmaz, onsuz da. Ama ne hikmettir ki hem iç ve dış düşmanlar hem de gönlünü kaptıranlar "onunla da onsuz da olmayacağı" konusunda hemfikirdir.

1 Eylül 2012 Cumartesi

ADAPAZARI'NDA YAMAÇ PARAŞÜTÜ

7. Uluslararası Serdivan Yamaç Paraşütü Festivali başladı.



400 rakımlı Kırantepe'de açılışı yapılan festivalde Amerika Birleşik Devletleri, İran, İngiltere, İspanya, Romanya ve Türkiye'den 60'a yakın paraşütçü katılıyor. Festival 4 Eylül Salı günü sona erecek.

Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar, açılış töreninde yaptığı konuşmada, ''Festivalin aksamadan sürdürülmesini ve devam etmesini istiyoruz. Şu anda değişik ülkelerden gelen 60 paraşütçünün bölgemizi memleketlerinde tanıtması, turizmimize katkı sağlayacaktır. Böyle organizasyonları düzenlemeye devam edeceğiz. Bu şekilde şehrimizin ve bölgemizin tanıtımını sağlayacağız'' diye konuştu.





Açılış konuşmasının ardından Serdivan Belediye Başkanı Alemdar, yamaç paraşütüyle uçtu. Açılış töreni, müzik konseri ve uçuş gösterileriyle sona erdi.