Sayfalar

31 Aralık 2012 Pazartesi

MAYMUN "DOGBOY" (?)

Amerikan Futbolu Ligi NFL'de oynanan bir maçın devre arası şovunda köpeklere binen maymunlar keçileri kovaladı!


NFL takımlarından Indianapolis Colts takımının Houston Texans takımıyla yaptığı karşılaşma öncesi duygusal anlar yaşandı.




Takımın Koçu Chuck Pagano, lösemiyle mücadele konusunda sembol olmuş bir isim. Koç Pagano, tedavi sonrası yaklaşık üç ay ayrı kaldığı takımının başına döndü.









Pagano'ya destek için saçlarını kazıtan futbolcuların ve dansçıların yüzleri bir başka parıldıyordu.


Ancak maçın devre arasında yapılan bir hanzoluk tüm duygusallığa gölge düşürdü.
Köpeklerin üzerine bindirilmiş maymunlar, sahaya salınan keçileri kovaladı.


USA Today gazetesi de haberi, "Mısırlılar piramitleri inşa etti. Romalılar imparatorluk kurdu. Avrupa'da rönesans sonrası hümanizm tüm dünyaya yayıldı. Indianapolis'teki bir maçın devre arasında maymunlar köpeklere bindi." ifadesiyle duyurdu.

28 Aralık 2012 Cuma

OBJEKTİFLİK YALANI

(Dikkat, fena halde kızgınlık ve genelleme içerir)


Kimse doğruyu öğrenmek isteğini söylemesin. Herkes sadece duymak istediğinin söylenmesini istiyor.

Kimse adalet de istemiyor. İstenen kendine yontulması.

Herkesin kazandığı helal. O ise kesin hırsız!

Kimse kendi değerlerlerinin zarara uğramaması çabasında değil. Asıl dert, onların zarar görmesi.

Herkesin forması kendine! Ya herkes onu giyecek ya da diğerleri derhal üzerinden çıkaracak!

İki yüzlü bile değil kimse, tek bir yüz var ve diğerleri yüzsüz.

Herkes aynı yere bakıyor ama kimse aynısını görmüyor.

Gün, ortak paydalardan dostluk devşiren aptalların değil, düşmanın düşmanını faziletli bulanların!

Kazanmak için her şeyi mübah görenlerin ülkesi burası... Hakkı teslim etmeyi de yenilgi görenlerin...




27 Aralık 2012 Perşembe

KOCAMAN KRİZ BİTTİ Mİ, ASLINDA HİÇ YAŞANMADI MI?


Fenerbahçe'de Cumartesi gecesinden bu yana aslında ne oldu? Aykut Kocaman istifa etti, kabul edilmedi; hemen o gece ikna harekatına başlandı. Hep resmi bir açıklama, Aykut Kocaman'dan bir duyuru beklendi. Merakları gideren "Aykut Kocaman görevine devam ediyor'' açıklaması yeni sorulara neden oldu.
Cumartesi gecesi Aykut Kocaman istifa açıklaması yaptıktan kısa bir süre sonra nur topu gibi bir gündemimiz oldu: Aykut Kocaman'ı ikna çalışmaları.

Harekat hemen o gece başladı. Bütün futbolcular ve başkan Aziz Yıldırım tesislerde toplandı. Futbolcular, deyim yerindeyse Kocaman kalsın diye ayaklarına kapanacaktı.

O geceden sonra sorular bir biri ardına gelmeye başladı.

Aykut Kocaman gitmeli mi, kalmalı mı? İstifa etmeli miydi, etmemeli miydi? Resmi açıklama ne zaman yapılacak?

İlk gecenin hasarı atlatıldıktan sonra bütün haberlerde "resmi açıklama Pazar günü yapılacak" ifadesi vardı. Pazar geçti, Pazartesi geride kaldı. Salı günü Kocaman - Yıldırım zirvesi yapıldı ama açıklama gelmedi.

Tam bu noktada belki de sorulması gereken soru sorulmalıydı: Yoksa resmi açıklama zaten yapılmış mıydı?

Kulüp başkanının ağzından yapılan açıklamaya rağmen neden herkesin yeni bir bildiri beklediği de muamma.. Bir başka bilinmeyen de "söz aldım" denmesine rağmen "kalacak-gidecek" kamplarına nasıl da bölünüldüğü oldu.

Fenerbahçe Kulübü Başkan Vekili Abdullah Kiğılı'nın şu sözleri, yeni sorulara neden oldu:

"Hocamızın durumu konuşuldu ama zaten durumu pazar gününden netleşmişti. Pazar günü hocamız, başkanımızla, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızla, futbolcularla beraber uzun uzun yapılan görüşmeler neticesinde göreve devam ettiğini karşılıklı olarak teyit etti. Bugüne kadar değişen bir şey olmadı.''

"Aykut Kocaman, bizim kendi içimizden yetişen futbolcumuzdur. Olabilir, zaman zaman insanlar fevri olarak ani kararlar verebilirler. Çok önemli değil. O gün zaten karşılıklı iyi niyetle el sıkışıldı, tekrar bir araya gelindi ve öpüşüldü. O gün bitmişti ama medya uzattıkça uzatıyor. Bizim tarafımızdan uzatılan bir şey yok. Biz göreve devam ettiğini cumartesi gecesinden beri biliyoruz. Herkes rahat olsun, Aykut görevine devam ediyor.''

Açıklama, krizin bittiğini mi duyuruyordu, yoksa aslında hiç yaşanmadığını mı?

Konuyu Abdullah Kiğılı'nın dediği gibi medya mı uzattı? Aykut Kocaman'ın göreve devam ettiği biliniyordu da neden açıklanmadı?

Aziz Yıldırım'ın Cumartesi gecesi yaptığı açıklama neden dikkate alınmadı?

Sahi, aslında ne oldu?

26 Aralık 2012 Çarşamba

ŞANLI FAROE ADALARI!

Futbol denilince, hiç bir zaman akla ilk gelecek ülkelerden biri olmayacak... Belki kuruluşundan bu yana gelen farklı yenilgiler, yıllarca değişmeyecek... Hatta saha ve hava şartları hiç düzelmeyecek, ama ülkedeki futbol sevgisi yine de azalmayacak... 


Faroe Adaları denince bir çok kişinin aklına soğuk hava, bir türlü görünmeyen güneş ve biraz da yeşillik geliyor...

Aslında bu söylenenlerin hepsi doğru.

Yaşam şartları zor olduğu için, nüfus da düşük...

Sadece 50 bin kişinin yaşadığı 18 adanın birleşmesinden oluşan ülke, sportif ve kültürel faaliyetler açısından da oldukça kısıtlı... 


O yüzden de halkın tutunduğu tek dal futbol...

Hatta, nüfusunun yüzde 10'unun meşin yuvarlakla haşır neşir olduğu adalar topluluğunun Başbakanı bile eski milli kaleci...

1988'de FIFA'ya kabul edilen Faroe Adaları, tarihinde ilk kez oynadığı Avrupa Şampiyonası eleme maçında Avusturya'yı 1-0 yenerek, ufak çapta bir mucizeye imza atmıştı...

İşte o tarihi maçta Faroe Adaları'nın kalesini koruyan kişi, şimdinin başbakanı Kaj Leo Johannesen'di...

Johannesen, futbolun ülkedeki anlamının bilincinde ve gelişimi için büyük çaba harcıyor... 
Kaj Leo Johannesen
Faroe Adaları Başbakanı

En çok zorlandığı konu, ülkenin konumundan kaynaklanan hava şartlarının, ışıklandırma ve zemini olumsuz etkilemesi...

Nitekim gündüz saatlerinde başlayan bir müsabaka, 10 dakika sonra zifiri karalıkta devam edebiliyor...

Dışişlerinde Danimarka'ya bağımlı olan bu adalar topluluğu, henüz yolun başında olduğunun bilincinde...

Hatta o yolun belki de yarısına bile gelemeyeceklerinin farkında...

Ancak en büyük eğlenceleri olarak gördükleri bu oyunu, oynayabildikleri müddetce onlardan mutlusu yok...

Kaynak: SNTV
Çeviren: Bertuğ Kaytaz

22 Aralık 2012 Cumartesi

KIYAMET KADIKÖY'DE KOPTU!

Fenerbahçeli futbolcular, Karabükspor karşılaşmasından önce armayı öperek Meireles'e, çıkarken ellerinde tuttukları pankartla Lefter'e selam çakmıştı. Sarı lacivertliler, oynadıkları oyunla ise adeta Aykut Kocaman'ın istifasına zemin hazırladı.

3-1 kaybedilen Karabükspor maçının tanımlanabilecek bir yanı yok. Daha önce burada sözü edilen Kasımpaşa maçından da büyük bir facia olduğunu söylemek yeterli olacaktır. O maçta günah keçisi ilan edilen Alex, ancak ilk yarıyı tamamlayabilmişti. Bu kez sorumluluğu Selçuk'a yıkmak elbette akıl karı olamazdı -ki onun da Fenerbahçe formasıyla son kez izlediğimiz düşüncesindeyim- Aykut Kocaman, rezaletin sorumluluğunu üstüne aldı.

Bu satırların yazarı Alex de Souza hayranıdır ama Fenerbahçe'deki günlerinin daha önce sona ermesi gerektiği düşüncesindedir. Aykut Kocaman'ın ve yönetimin verdiği kararı teknik bir karar olarak anlamakta ve futbol aklının saha içinden saha dışına aktarılması hamlesi olarak yorumlamaktadır. Aykut Kocaman'ın istifasını da aynı yorumun devamı olarak başarılamayan girişim sonrası normal ve hatta gerekli olarak nitelemek gerekir.

Fenerbahçe için bu noktadan sonra yapılması gereken, doğru hamleyi başarıya ulaştıracak doğru kişi ve kişileri bulmak olmalıdır. Ancak kulübü yakından izleyenlerin hemen hatırlayacağı gibi, benzer durumlarda çalışılan teknik adamın tam tersi karakterde bir çalıştırıcıyı göreve getirdiğini bilmek umutsuzluğa sevkediyor. Bu satırların yazıldığı sırada Fenerbahçe Yönetim Kurulu'nun istifayı kabul etmediği ve oyuncuların da geri dön çağrısı yaptığı haberleri geliyor. Düşük bir olasılık ama Aykut Kocaman'ın istifasını geri almasını sağlamak da başka bir seçenek.

Meşum 3 Temmuz sürecinde sadece takımı değil belki tüm camiayı bir arada tutmayı başaran bir kişi olarak tarihe geçen ve adı hep saygıyla anılması gereken Aykut Kocaman'ın benzer bir başarıyı futbol takımında gösterememiş olması ise ayrıca değerlendirmeli.

5 Aralık 2012 Çarşamba

SAHADAKİ STİL İKONU


“Sol ayağı ile şut çekemiyor, kafa vuruşu yapamıyor, rakipten top kapamıyor, çok da fazla gol atmıyor. Bunlar haricinde fena değil…” Bu sözler, futbolun erken dönem stil ikonlarından George Best'in Beckham hakkında söyledikleri…

David Beckham, baş döndürücü futbol yaşantısının artık sonuna gelen yıldızlardan… Manchester United'da yıldızı parladığında "Güzel Çocuk"tan öteydi elbette. Sir Alex Ferguson ondaki ışığı görmüş ve “Kırmızı Şeytanlar"ın efsanevi 7 numaralı formasını teslim etmekten çekinmemişti.

O günlerde de hırslıydı. "Fergie'nin Yavru Kuşları" Nicky Butt, Gary ve Phil Neville ile birlikte hayal kurarlarken bir gün televizyonu göstermiş ve "Karım olacak!" demişti. Gösterdiği kişi Victoria Adams'tı.


George Best, sözlerine sinen kıskançlığı bir yana bırakırsak haksız da sayılmazdı. Evet, çok da hızlı değildi. Sol ayağı, sağ ayağının yanına promosyonla veriliyordu. Kafayla o kadar az golü vardı ki "Saçı hiç bozulmuyor" esprilerine maruz kalıyordu. Ama sağ ayağı…

Kariyeri boyunca uzun dönem sakatlıklar dışında iki elin parmak sayısını geçmeyecek kadar antrenman kaçıran Beckham gerçek anlamda bir profesyonel. İnatla çalışmalarını sürdüren David'in öldürmese bile süründüren sağ ayağını, evinin arka bahçesindeki futbol sahasında geliştirmeye devam ettiği biliniyor.

Manchester United formasıyla altı Premier League şampiyonluğu yaşayan Beckham, 1999 yılında da Şampiyonlar Ligi kupasını kazandı. Kupayı havalandırdıkları maç, Bayern Münih'in "kazandım" derken kaybettiği, Manu'nun oynanmamış kabul edilen sürede iki gol bulup kazandığı maçtı. Goller köşe vuruşlarından gelmiş, kornerleri Beckham kullanmıştı.

2002-2003 sezonunda üst üste dördüncü kez elde edilen şampiyonluğa gidilirken Menajer Ferguson ile arasında geçen bir olay, Beckham'ın Manchester günlerinin sonuna geldiğini haber veriyordu. İddiaya göre kızgın Ferguson, bir iddiaya göre Beckham'a ayakkabı fırlatmış, bir başka iddiaya göre ise tekmelediği ayakkabı oyuncusuna gelmişti. Doğru olan, David'in gözünden yaralandığıydı. İngiltere'de konuşulan konu kimin kalıp kimin gideceğiydi. Giden, Beckham oldu.

POP STAR AİLESİ
1999'daki Victoria - David Beckham evliliği, herkesin hoşuna gitmemişti, özellikle de Alex Ferguson'ın… Bu sözler, ona ait: "Evlenene kadar hiç bir sorunu yoktu. Gece yarılarına kadar akademide çalışan bir çocuktu. Eğlence dünyasından biriyle evlenince işler zorlaştı. Hayatı asla aynı olmadı. Şimdi artık çok ünlü biri ama futbol, hayatının küçük bir parçası."

Beckham, dünya üzerinde tanınan bir futbolcuydu. Spice Girls grubunun üyesi Victoria ile yaptığı evlilik, en çok ona yaradı. Davetlerde pop star muamelesi gören David'di ve bu durumun zaman zaman kıskançlık krizine neden olduğu da dedikodu sütunlarına malzeme oluyordu.

Dedikodulardan bir başkası da Victoria’nın transferlerinde söz sahibi olduğu yönündeydi ama bunu doğrulayacak bir veri hiç olmadı. Aslında bir halkla ilişkiler ürünü olarak da kullanılan Beckham ailesinde gerekli son sözlerin, sayıları orduyu bulan danışmanlar tarafından söylendiği de gerçek.

MADRİD GÜNLERİ
Belki de bu danışmanların yönlendirmesi ve Real Madrid’in Uzak Doğu pazarına açılmak istemesiyle Beckham, bir anda yolunu İspanya’ya çevirdi. Bir anda oldu, çünkü ilk haberler David Beckham’ın Barcelona ile anlaştığı yönündeydi. Öyle ki yeni başkan Juan Laporta’nın seçim kozlarından biri de oydu.

Madrid günlerinin futbol açısından parlak geçtiği söylenemez. Ayrıca bu kötü gidişte Beckham’ın rol oynadığını söylemek zor. Üstelik, Forbes dergisine göre Beckham’lı Real Madrid’in dört yılda forma ve ürün satışı gelirleri yüzde 600 oranında yükselmişti. Futbolun yükselen değeri Barcelona’nın gerisinde kalmanın birçok sebebi var ama Real Madrid’in yüksek maliyetli transferler ile yola çıkmanın bir şey kazandırmadığını gördüğü de ortada.

BECKHAM’LAR HOLLYWOOD’DA
Futbolu bir türlü benimseyemeyen Amerikalılara bir star pazarlanacak olsa herhalde bunun için en iyi örnek Victoria - David Beckham ikilisiyle olurdu. Dünya sinema endüstrisinin merkezi Los Angeles da bu masalın doğal platosundan başkası değildi. Ocak 2007’de Beckham’ın sezon sonundan itibaren ABD Major League Soccer takımlarından Los Angeles Galaxy ile anlaştığı açıklandı.

Haberin ardından eline kalem kağıt alan herkes hesap yapmaya başladı. Beckham 5 yılda 250 milyon dolar kazanacaktı! Bu rakam, son zamanlarda futbol dışı gelirleri futbol gelirlerini aşan Beckham’ın muhtemel tüm kazancını ortaya koyuyordu. Gerçekte LA Galaxy ile anlaşma senelik 6 buçuk milyon dolar tutarındaydı.

Beckham’ın California güneşi altındaki günleri de sona erdi. 37 yaşındaki futbolcunun gelecek günlerinin Avrupa kıtasında süreceği biliniyor ancak hangi takımda oynayacağı bu ay belli olacak.

MİLLİ TAKIM TUTKUSU
Ferguson'ın yukarıda geçen görüşlerinin aksine futbol Beckham'ın hayatında asla geri plana düşmedi. Tutkuyla bağlı olduğu güzel oyunun zirvesi olarak İngiltere milli takımını gördü ve yerini alabilmek için her fırsatı kullandı. Buna ABD’de sezon bittikten sonra Dünya Kupası elemelerinde oynayabilmek için Ocak ayında Milan’da kiralık oynaması örnek gösterilebilir. Ne acıdır ki, Beckham 2010 başlarında bu kez Dünya Kupası kadrosunda yerini almak için yine Milan forması giydi, sakatlandı ve hem Dünya Kupası finallerini hem de MLS sezonunun ilk bölümünü kaçırdı. Tesellisi, Dünya Kupası sırasında İngiltere milli takımının teknik heyetinde bulunmak oldu.

İlginçtir, 2002 Dünya Kupası öncesinde de ağır bir sakatlık geçiren David Beckham’ın, yarış atlarına uygulanan tedavi yöntemiyle beklenenden daha kısa sürede sahalara dönmesi sağlanmıştı.

23 Kasım 2012 Cuma

HAKEM AKLANDI, FUTBOLCUYA CEZA

Clattenburg, 28 Ekim 2012'de oynanan
Chelsea - Manchester United maçında
ev sahibi takımdan iki futbolcuya
kırmızı kart göstermişti. Konuk ekip,
tartışmalı bir golle maçı 3-2 kazanmıştı.

İngiltere Futbol Federasyonu, ırkçılıkla suçlanan hakemi suçsuz buldu.

İngiltere Futbol Federasyonu Chelsea'li futbolcuların ırkçılık içeren ifadelerle hakaret ettiğini iddia ettikleri hakem Mark Clattenburg'un suçsuz olduğuna karar verdi.

FA, hakeme yönelik hakaretlerinden dolayı suçlamada bulunan futbolculardan Nijeryalı Obi Mikel'e ise iki maç ceza verdi.

Soruşturmayla ilgili bir duyuru yayınlayan İngiltere Futbol Federasyonu, "Maç sırasında ve soyunma odalarında Obi Mikel'in hakarette bulunduğu anlaşılmıştır" denildi.

Suçlayan futbolculardan Ramires'in ifadesinde Obi Mikel'in hakeme daha yakın olduğu ve hakemle konuşmalarının kendisine takım arkadaşının aktardığını anlattığı ifade edildi.

Soruşturmada ayrıca yardımcı hakemlerle dördüncü hakem, Clattenburg'dan ırkçı hakaret duymadıklarını belirttiler.

Ramires ise iyi niyetli bulunduğu için ceza almadı.



37 yaşındaki Mark Clattenburg hakkında polis de soruşturma açmış ve suç unsuru bulamamıştı.

Mark Clattenburg, yaptığı açıklamada, hayatının en zorlu dönemlerden birini geride bıraktığını kaydederek "Premier League'de ve diğer karşılaşmalarda hakemliğe odaklandım" ifadelerini kullandı.

Hakemler Birliği de Chelsea kulübünden özür dilemesini istedi ve Clattenburg'a tazminat ödemesi gerektiğini bildirdi.

4 Kasım 2012 Pazar

YÜREKLİ KADINA RET

Alp disiplini kayakta olimpiyat şampiyonu Lindsey Vonn, Uluslararası Kayak Federasyonu’na başvuruda bulunarak Lake Louise’de erkeklerle beraber yarışmak istediğini söylemişti.

Ancak FIS’ten verilen cevapta “FIS kural kitabına göre bir cinsiyetten sporcu diğerinin yarışına katılamaz” ifadeleri kullanıldı.

Alpine Canada Başlanı Max Gartner itirazı hayal kırıklığı ile karşılarken, “Bunun normalde kayak sporunu takip etmeyen insanların ilgisini çekebilmek için bir fırsat olduğunu düşünüyordum.” dedi.

3 Kasım 2012 Cumartesi

ALMANYA'NIN SON İHRAÇ ÜRÜNLERİ: GURBETÇİ FUTBOLCULAR

Bundesliga'da tanınıp dünya futboluna armağan edilen yeni Mesutlar ve Nuriler sıralarını bekliyor.

Almanya, Türk futbolunun her dönemde beslendiği bir ülke. Almanya'daki Türk kökenli lisanslı futbolcu sayısı, Türkiye'deki toplam lisanslı futbolcu sayısından daha fazla. Disipliniyle ünlü Almanlar, daha dar bir havuzdan sadece son yıllarda üç futbolcuyu, Mesut Özil'i, Hamit Altıntop'u ve Nuri Şahin'i Real Madrid'e göndermeyi başardı.

Dahası, Türk gençleri arasında benzer ilgiyi görebilecek futbolcular yetişmeye devam ediyor. Bunun son örneği, Leverkusen forması giyerken Liverpool'a transfer olan Almanya 18 yaş altı milli takımının oyuncusu Samed Yeşil oldu.

Samed ile hemen aynı günlerde Real Madrid'de sakatlığı nedeniyle forma giyemeyen milli takımımızın futbolcularından Nuri Şahin de Liverpool'a kiralanmıştı.

YENİ MESUT KİM OLACAK?

Mesut Özil, Türk asıllı olup bir başka ülkenin milli takımında olmayı seçen ne ilk ne de son futbolcu. Onu, Borussia Dortmund'da oynayan İlkay Gündoğan izliyor. Bu sözler İlkay'a ait: "“Ben Gelsenkirchen’de doğdum. Almancayı Türkçeden daha düzgün konuşuyorum. Almanya mı yoksa Türkiye mi için oynamam gerektiğini düşündüğümde Almanya’yı seçtim. Çünkü; Almanyalıyım. Her zaman burada futbol oynadım ve burada büyüdüm.”

İlkay Gündoğan, Avrupa'nın devlerinin yakın takibi altında ve geleceğin Mesut'u olarak gösteriliyor.

Büyük umutlar beslenen Fürth'ü ikinci ligden birinci lige taşıyan Sercan Sararer seçimini A Milli Futbol Takımımızdan yana kullandı. Teknik ve gol pozisyonu yaratmayı seven bir futbolcu olan Sercan, "Almanya Milli Takımı'ndan beş kez teklif geldi ancak İspanya ve Türkiye vatandaşlıklarımı bırakmamı istediler. Ben de kabul etmedim." diyor.

Tunay Torun, son dönemde milli takımımızı seçen Bundesliga kökenli futbolculardan. Stuttgart formasıyla bu sezon ilk yedi maçın beşinde sahadaydı. Tunay, milli takım tercihini belirlediği günlerde şöyle diyordu: "Karar vermem gereken süreçte babama sordum. O da bana, 'Kalbinden hangisi geçiyorsa onu tercih etmen gerekir. İçinden gelmeden sadece mantık olarak bir takıma gitmenin anlamı yok. Sonuçta bu bir milli takım. Gittiğin takımda kalpten oynamayacaksan hiç gitme.' dedi. Benim kalbim de Türkiye'den yana olduğu için kalbimin sesini dinledim. İyi ki öyle yapmışım. Kamplara geldiğimde ya da maçlara çıktığımda ne kadar doğru yaptığımı görüyorum."

Tunay, Süper Lig takımlarının büyüklerinin de dikkat kesildiği ve ilk fırsatta kadrolarına katmak istediği futbolcuların başında geliyor.

Mehmet Ekici ve Ömer Toprak da milli takımımızı seçen gurbetçilerden. Her ikisi de Dünya Kupası elemelerindeki kritik Romanya ve Macaristan maçlarının kadrosunda yer aldı. Mehmet Ekici, Mesut Özil'in parladığı Werder Bremen'de henüz fazla şans bulamadı ama Ömer Toprak, stoper eksikliği çeken Türk futboluna deyim yerindeyse ilaç gibi geldi. Ömer, Bayer Leverkusen 11'indeki yerini her geçen gün sağlamlaştırıyor.

Tolga Ciğerci'yi de Borussia Monchengladbach formasıyla tanıyoruz. Tolga, Bundasliga'daki ilk yedi maçın dördünde forma giydi, bunların üçünde 11'de şans buldu. Tolga'nın da milli takım seçme zamanı yaklaştı ve bize yakın görünüyor.

Bundesliga'daki Türkler deyince iki isimden söz etmemek olmaz. Bunlardan biri Erdinç Sözer. "Eddy" lakabıyla bilinen Sözer, uzun yıllardır Bruno Labbadia ile birlikte çalışan yardımcı antrenör. Labbadia-Sözer ikilisi bu sezon Stuttgart'ı 2007'den sonra bir kez daha mutlu sona ulaştırmak için çaba gösteriyor. 'Türk kimliğimden ve bağlarımdan hiçbir zaman kopmadım'' diye konuşan Erdinç Sözer, Alman toplumu ile kaynaşma konusunda yeni neslin daha şanslı olduğunu belirtiyor.

Bundesliga'da Türk futbolcular yer alır, antrenör çalışır; hakem bulunmaz mı! İşte Deniz Aytekin…2008 yılından bu yana üst düzey hakemlik yapan Aytekin, Almanya'nın FIFA Kokartı taşıyan hakemlerinden biri. Elit kategoride yer alan Deniz Aytekin, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerinde Wolfgang Stark'ın ekibinde ilave yardımcı hakem olarak görev almıştı.

TÜRK GİBİ GÜÇLÜ, ALMAN GİBİ DİSİPLİNLİ

Almanya'da yaşayan Türk ailelerinin futbolcu çocuklarını bir ikilem bekliyor: Doğup büyüdüğü ülkenin milli takımını mı, köklerinin bulunduğu ülkenin milli takımı mı?

Buna karar vermek her zaman kolay olmuyor.

Güney Afrika'da düzenlenen 2010 Dünya Kupası'nda Gana ile Almanya karşı karşıya geldiğinde gözler iki kardeşin üzerindeydi: Almanya milli takımını seçen Gana asıllı Jerome Boateng ile Gana'yı tercih eden Kevin-Prince Boateng. Maç öncesi seremonide ülke milli marşları söylenirken iki futbolcu da karışık duygular içindeydi ve iki marş sırasında ikisinin de dudakları kıpırdamamıştı. Kaderin cilvesi, Almanya milli takımında Türk asıllı Mesut Özil 1-0'lık galibiyeti getiren golü kaydetmiş ve maçın adamı seçilmişti.

Bu maça kadar Almanya'da süren tartışma, milli takımda olup milli marşı söylemeyen futbolcuların varlığıydı. Tartışmanın odağındakilerden Mesut, karşılamanın ardından TRT'nin konuyla ilgili sorusunu şu sözlerle cevaplamıştı: "Marş sırasında içimden dua ediyorum. Bence daha iyi."

Mesut Özil, kariyerini Real Madrid'de sürdürüyor ve ne ilginçtir ki bir başka göçmen asıllı futbolcunun, Cezayir kökenli Fransız Zinedine Zidane'ın tahtına aday gösteriliyor.

Mesut'un takım arkadaşı Nuri Şahin ile bu sezonun başında Galatasaray'a transfer olan Hamit Altıntop, seçimlerini çok daha erken yapmış ve Türk milli takımının alt yaş kategorilerinde de oynamıştı. Nuri, kiralandığı Liverpool'da daha ilk maçında geçer not aldı; takımına FA Cup'ta tur getirdi ve taraftar şimdiden gelecek yıl da takımda kalmasını istiyor. Mesut ile Nuri'nin ve Hamit'in apayrı gelişen hayatları, verilen kararların kariyer planlamasında çok da önemli olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Bunları biliyor musunuz?
23 yaşındaki Sercan Sararer'in babası Cengiz Sararer, eski bir futbolcu. Adana Seyhanspor'da oynayan Cengiz Sararer, oğlunun milli takımımızı tercih etmesinde büyük rol oynadı. Sercan'ın annesi Joranda ise bir İspanyol.

1990 doğumlu İlkay Gündoğan Balıkesir'in Dursunbey ilçesinden Almanya'ya giden bir işçi ailesinin çocuğu. İlkay, Almanya milli takımını seçti ama Dursunbey'deki akrabalarını sık sık ziyaret ediyor.

Tunay Torun, Hamburg'da terzi bir baba ve hastanede çalışan bir annenin oğlu olarak dünyaya geldi. Ailesi, Samsun'un Salıpazarı ilçesinden Almanya'ya yerleşmiştir.
Türk futbolcular, Almanya 2. Ligi'nde de çok sayıda takımda forma şansı buluyor. İşte bu futbolcular: Cüneyt Köz (Dynamo Dresden), Deniz Doğan, Emre Turan (Eintracht Braunschweig), Halil Savran (Erzgebirge Aue), Ramazan Özcan, Ümit Korkmaz, Alper Uludağ (FC Ingolstadt), Deniz Herber, Mahir Sağlık (St. Pauli), Tufan Tosunoğlu, Emre Nafız, Zafer Yelen (FSV Frankfurt), Koray Altınay (Jahn Regensburg), Tanju Öztürk (MSV Duisburg), Deniz Yılmaz (SC Paderborn), Necat Aygün (1860 Münih), Onur Bulut, Mirkan Aydin, Selim Gündüz (VfL Bochum)
1968 doğumlu Erdinç Sözer, Almanya'ya 3 yaşında işçi ailesi çocuğu olarak geldi. Liseyi başarı ile bitirdikten sonra üniversitede bilgisayar bilimi eğitimi alan Sözer, 21 yaşından bu yana antrenörlük yapıyor.

İşletme Mühendisi olan hakem Deniz Aytekin, geçtiğimiz günlerde ilginç bir karara imza atmıştı. Hannover-Werder Bremen karşılaşmasının son dakikasında galibiyet golünü atan Hannover'li Szabolcs Huszti'ye golden sonra formasını çıkardığı için ayrı, tribün tellerine çıkarak aşırı sevinç gösterdiği için ayrı iki kez sarı kart gösteren Aytekin'in kırmızı kartı tartışma yaratmıştı. 15 Eylül'de oynanan karşılaşma sonra Almanya'da, benzer ihlallerde gösterilebilecek "yeşil kart" tartışmasına neden olmuştu.

2 Kasım 2012 Cuma

MAĞDUR EFSANE

Çünkü ayrılık da sevdaya dahil / çünkü ayrılanlar hala sevgili…



(TRT Haber DD iPad derginin Kasım sayısından kısaltılarak alınmıştır.)


Fenerbahçe'nin Spor Toto Süper Lig'de yaptığı Kasımpaşa maçına gittiğimde yaşarken efsane olmuş ama son zamanların en tartışılan ismini son kez sahada göreceğimi bilmiyordum. Alex de Souza ve arkadaşları o gün belki de Fenerbahçe tarihinin en kötü performansını sergilemişti. İlk yarıdaki oyuna Kasımpaşa da eşlik edince ortaya kriket hatta polo sıkıcılığında bir maç çıkmıştı.

Alex'in beklenenden de hızlı bir şekilde Fenerbahçe ile yollarını ayırmasına neden olan ve aslında süreci hızlandıran gelişmeler o maçtan sonra yaşandı.

Geldiği günlerde ön planda olan sayılar, attığı ya da attırdığı gollerdi. Zaman değişip futbolun sayılarına koşu mesafeleri hatta faydalı koşu mesafeleri girince işin rengi değişti. "Sahaya sandalye koyup oynatırım" diyenler de oldu, bloklar arası bağlantıyı bozduğunu iddia edenler de. Aslında o hep aynıydı. Ona göre geldiği gün ne kadar koşuyorsa gitmesine yakın günlerde de o kadar koşuyordu. Şu bir gerçek, kimse onu koştuğu için sevmemişti.

NEYDİ ONU FARKLI KILAN?

Brezilya'daki her çocuk gibi futbolcu olarak doğmuştu ama o elbette farklıydı. İlk keşfedildiğinde o da aşkı keşfetti. Futbolcuydu, Coritiba başkanının kızını sevdi. Sevgilisi orada kaldı, yolu Palmeiras'a düştü. Fakir bir ailenin çocuğu olarak zengin iş adamının kızını mutlu etmeyi mutluluk bildi. Avrupa'da oynamayı çok istiyordu, parladığı ülkenin küçük bir bölümü coğrafi olarak Avrupa'daydı. Profesör lakabı takıldı, liseyi bile bitirememişti… Attırıyor, gerekirse atıyor ama koşmuyordu. Heykeli dikiliyor ama gönderiliyordu!

HERKESİN KRALEX'İ

Teknik olarak, Alex ile yolların ayrılması Aykut Kocaman'ın futbol aklını saha içinden saha dışına taşıma hamlesi olarak tanımlanabilir. Tabi ne kadar başarılı olur, bilinmez.

Bir Fenerbahçeliye sorarsanız, şöyle bir cümle kurabiir: "Dedem babama Lefter'i, Cemil'i anlatmış. Babam bana Rıdvan'ı anlattı. Ben de çocuğuma Alex de Souza'yı anlatacağım."

Fenerbahçe sahada kazandıkça sancılı ayrılığın etkileri daha az hissedilecektir. Ama işler kötü giderse…

(TRT Haber DD iPad derginin Kasım sayısından kısaltılarak alınmıştır.)

27 Ekim 2012 Cumartesi

"DÜŞMANI OLMAYAN ADAM KORKAKTIR"

Fenerbahçelilerin ağzına bir parmak bal çalarak giden Nicolas Anelka, Fransız basınına böyle konuştu.



Bir dönem Fenerbahçe forması giyen Nicolas Anelka, ülkesi Fransa'da yayın yapan Le Parisien dergisine açıklamalarda bulundu.

Çin'in Şanghay Şenhua takımında forma giyen Anelka, kariyerinden gurur duyduğunu ve hiçbir pişmanlık hissetmediğini belirtti.

Anelka, soğuk ve itici birisi olarak görüldüğü şeklindeki yorumlara, "Düşmanı olmayan adam korkaktır. İnsanlar beni bilmeden konuşuyor. Beni sevmiyorsan, bu karşılıklı. Eğer beni seviyorsan bunun için de özel bir şey yapmadım. Bu benim..." şeklinde yanıt verdi.

Çin'e transfer olmasında ülkenin kültürünü çocukluğundan bu yana merak etmesinin etkisi olduğunu belirten Anelka, paranın da rol olnadığını kaydetti.

Anelka, "Herkes kazandığı parayı düşünür. Herkesin bir değeri vardır. Paramı arabalara ve pahalı çantalara harcamıyorum. Büyük bir ailem var." dedi.


FENERBAHÇELİ ANELKA

2004-2005 sezonunun devre arasında Fenerbaçe'ye transfer olan Nicolas Anelka, sarı lacivertli formayla 39 maça çıktı ve 14 gol attı.

Anelka'nın gollerinden biri hem Galatasaray'a atılması hem de 35 pas sonra ağlarla buluşması nedeniyle özel bir anlama sahip.

Nic39'un o maçta oyuna sonradan girdiğini de hatırlatalım...

25 Ekim 2012 Perşembe

ŞIKIR ŞIKIR

Soçi'nin ev sahipliği yapacağı Kış Olimpiyat Oyunları'na iki yıldan az bir süre kaldı ve Iceberg Paten Sarayı hazır.
12 bin seyirci kapasiteli salon için yaklaşık 44 milyon $ harcanmış.

22 Ekim 2012 Pazartesi

KADIN KAYAKÇIYA ERKEK RAKİP


Olimpiyat Şampiyonu Lindsay Vonn, erkek kayakçılarla yarışmak istiyor.




Kadınlar kayağın kraliçesi Lindsay Vonn'a, anlaşılan, üçü üst üste olmak üzere dört Dünya Kupası zaferi, olimpiyat şampiyonluğu gibi başarılar yeterli gelmemiş. Özellikle inişteki geçilmezliği dikkat çeken Lindsay Vonn, erkeklerle yarışmayı istiyor.


Dünya Kupası'nda üst üste beş kez iniş klasmanını zirvede tamamlayan Bileşik Amerikalı kayakçı, üstelik sezonun en zorlu yarışı olan Kitzbuehel'de erkeklere meydan okumak istiyor. Gelecek ay yapılacak yarışın pisti, yüzde 85'lik eğimiyle ve büyük kaza riskiyle tanınıyor.

Uluslararası Kayak Federasyonu'na başvuran Vonn, gelecek cevabı bekliyor. FIS'in ise Vonn'un önce erkeklerle yarıştıktan sonra aynı pistte kadınlarla mücadele etmesi ve bu durumun ona avantaj sağlamasından çekindiği belirtiliyor.

Lindsay Vonn'un muhtemel erkek rakipleri ise başvuruyu destekliyor.

Vonn'un yarışmak istediği pistte üst düzey erkek kayakçılar 1 dakika 58 saniyenin alltına iniyor.


Hem erkeklerin hem de kadınların yarıştığı pist olan Lake Louise'de Lindsay Vonn birinci olurken 1 dakika 51 saniye 35'lik derece yapmıştı.

Erkekler inişin önemli sporcularından Fransız Didier Cuche'nin derecesi ise 1 dakika 47 saniye 28'di.

Vonn, aynı yarışta mücadele etseydi, 66 sporcudan ancak üçünü geride bırakabilecekti.


18 Ekim 2012 Perşembe

MİLLİ FELAKET


Milli takımımız, 20 yıl önceki halini andırıyor ve açıkçası bizi "o günlere mi dönüyoruz" diye korkutuyor.


Milli Takım Teknik Direktörü Abdullah Avcı,
maçın haman ardından yaptığı açıklamada istifa
etmeyi düşünmediğini açıkladı.


Son yıllarda takımlarımızın aldığı sonuçlar da iç açıcı değil.

Futbol adamları da "Türk futbolunun neresi doğru ki!" türünde karamsar açıklamalar yapıyor.

Milli takımımız, en son 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerindeki tüm maçlarını kaybetmişti.

Abdullah Avcı yönetiminde 2014 Dünya Kupası elemelerinde ilk dört maçta üç maçı kaybedince "Acaba o günlere geri mi dönüyoruz" korkusu ortaya çıktı.

Millilerin Hollanda yenilgisini zorlukla hazmetmiş, Romanya yenilgisini ise sürpriz olarak değerlendirmiştik. Macaristan yenilgisi ise tam anlamıyla yıkım oldu.

Futbolcular da durumun farkında ve çözüm yolları arıyor. Maçtan sonra konuşan Hamit Altıntop, hem Abdullah Avcı'yı korudu hem de eleştirdi.

Hamit şöyle diyordu: 

"Abdullah Hoca inanılmaz pozitif bir kişiliğe sahip , ama bu bir eleştiri değildir, bazen o iyi kalpliliği sert uygulamak gerekiyor, belki bazen ciddiyeti hissettirmek gerekiyor."

Futbol adamları da milli takımımızın son halinden endişeli.

Milli takımımızın eski yardımcı antrenörü Oğuz Çetin, Radyospor'a yaptığı açıklamada, kadro yapılanmasının hatalı bir uygulama olduğunu ifade etti. Çetin, "A Milli Takım'da yapılanma olmaz, yarışılır. Ancak A Milli Takım yarışırken, geleceği de düşünerek genç ve yetenekli oyuncular takıma adapte edilir. Nesiller iç içedir, bunlar harmanlanır."dedi.

Bu sezon Avrupa Kupaları'nda takımlarımızın aldığı sonuçlar da endişeleri arttırıyor.

Şampiyonlar Ligi'nde Galatasaray'ın henüz gol atamamasına, Trabzonspor'un ve Bursaspor'un normalde rakip olamayacak takımlara elenmesine, Fenerbahçe'nin de devler liginin dışında kalmasına dikkat çekiliyor.

Eski milli takım teknik direktörü Ersun Yanal da karamsar bir tablo çizenlerden.  "Memleket futbolunun neresi doğru ki, Milli Takım içe sinecek performans sergilesin?" diyen Yanal, tartışmaların kişiler üzerinden yapılmasının yanlışlığına dikkat çekiyor.

30 Eylül 2012 Pazar

FACİAYI GÖRDÜM!

HA POLO HA BU FENERBAHÇE...

29 Eylül Cumartesi günü yapılan Kasımpaşa - Fenerbahçe karşılaşması, özellikle Fenerbahçeliler için polo ya da kriket karşılaşması kadar sıkıcıydı. Sonucu da yıkıcı oldu.

Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı, konumu açısından güzel bir stat ama elbette bir İnönü değil. Mahalle arasında kalan, alçakgönüllü bir destek alan Kasımpaşa, yeni bir yönetim anlayışıyla idare ediliyor. Daha profesyonellerin, stadı daha boş hale getirmesi de ayrı bir çelişki...

Stada doğru yürürken çekici İstiklal Caddesi'nin kalabalığına karışmamak, Asmalımescit'te boş bir sandalyeye çökmemek için kendimi zor tutmuştum. Maç başlayıp dakikalar ilerledikçe pişmanlığım daha da arttı. 

İlk yarıyı "Kötü oynayan Fenerbahçe yoktur, az votka vardır!" gibi o an için güzel gelen esprilerle geçirdik ama ikinci yarıda yapılan oyuncu değişiklikleri bile hareket getirmedi. Beleştepe'dekiler şanslıydı, şehrin güzel kalabalığına karışabilirlerdi. Televizyondan izleyenler şanslıydı, başka maça dönebilirler hatta ComedyMax'ten dizi seyredebilirlerdi! Statta kalanlar ise 90 dakika boyunca Mehmet Topuz'a ve Sow'a maruz kaldılar. Neyse ki Kasımpaşa oyunun namusunu kurtardı da hakkıyla galibiyet aldı.

Taraftarların önce Aykut Kocaman'ı istifaya davet etmesi, "Aykut ne oluyor, takım niye koşmuyor?" diye hesap sorması yetmedi. Hedefte bu kez Aziz Yıldırım da vardı ve kulüp başkanından anons yapması istendi!

Bana kalırsa konu sadece Alex ile Aykut Kocaman'dan birinin kalması ve gitmesiyle çözülebilecek gibi  değil. Hatta Aziz Yıldırım'dan benzer bir istekte bulunanlar bile ne kadar haklı, tartışılır. Aslında geçen sezonun sonlarına doğru Aykut Kocaman'ın da işaret ettiği gibi tahmin edilenden uzun süren olumsuz bir motivasyon kaynağından olumlu bir sonuç elde etme dönemi geride kaldı. Çok değil, üç maç üst üste kazanılsa, beş pas doğru yapılsa bir şeyler düzelme yoluna girecek. Aksi halde, sahada iyi sonuç alınamazsa bu kez çok cılız çıkan "Aziz Yıldırım içerideyken durum daha iyiydi." diyenlerin bile sesleri daha yüksek çıkacaktır... 

15 Eylül 2012 Cumartesi

"KIRK SATIR MI, KIRK KATIR MI" HİKAYESİ v.1.6.0

FORMANIZIN EMEKLİ EDİLMESİNİ Mİ İSTERDİNİZ, HEYKELİNİZİN DİKİLMESİNİ Mİ?

Blog kardeşim http://balkanlardangelen.blogspot.com Mirsad Türkcan'ı "Basketbolun Cesur Yüreği" olarak tanımlamış, kısa öyküsünü de yazmış. 

Ben burada tekrara düşmeyeyim.



Fenerbahçe'nin ilk kez bir sporcusunun formasını emekli ettiğini biliyoruz. 12 numaralı formayı taraftara armağan ettiği için kimseye vermediğini de. Zaten forma emekli etme işi bizden çok ABD'lilerin sevdiği bir gelenek. Hatta öyle ki NBA'de sadece formalar değil, ünlü anlatıcıların hatta anonsçuların mikrofonları bile emekliliğe ayrılabiliyor. Burada bir liste var.



NBA'deki lokavt sırasında Beşiktaş Cola Turka forması giyen ve ligler başladıktan sonra ülkesine dönen Deron Williams'ın 8 numaralı formasının emekli edilmesi garipliğini bir kenara bırakırsak, bizde böylesi örnekler pek yok.









Tabi burada, aramızdan zamansız ayrılan Ediz Bahtiyaroğlu'nun 2 numaralı formasının bir daha Eskişehirsporlu herhangi bir futbolcu tarafından giyilmeyeceğini hatırlatmamız gerekir. Sanıyorum Deron Williams kadar Ediz'in de kaç numaralı formayı giydiğini istatistik veren sitelere ya da eski fotoğraflara bakmadan hatırlayan pek çıkmayacaktır.



Fenerbahçeliler için ise galiba "6" rakamı artık sadece yüze yayılan geniş bir gülümsemeyle değil, burnun hafifçe kaldırıldığı ve gözlerin kısıldığı bir gururla da hatırlanacaktır.

Daha sözleşmesi devam ederken Fenerbahçe taraftarının efsane olarak gördüğü Alex de Souza'nın heykeli için yönetim katından kerhen de olsa bir destek yokken Mirsad'a yapılan jestin büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.











Mirsad da Alex de gittiklerinde, Fenerbahçelilerin belki oynadığı günlerden daha fazla sevdiği sporcular olacak. Ve şu bir gerçek ki Mirsad gidince ruh, Alex gidince de akıl eksik kalacak.

YÜKSEK OKTAN VE BİR PRENSES

YÜKSEK OKTAN VE BİR PRENSES

Bu fotoğraflar, Kanada'da yapılan hurda araba yarışlarından. Fotoğrafları çeken derginin editörü organizasyonu, "Yüksek oktan ve bir prenses" başlığını uygun görmüş. 


Hayır elbette ki prenses, bu kişi değil. Yarışlarda çok sayıda gönüllü görev aldı ve zaman zaman zor anlar yaşadı.


Farklı kategorilerden yarışların yapıldığı organizasyonda ödülün adı da "prenses" değildi. Öyle olsaydı böyle yol kenarına bırakılmazdı.











En genç yarışçı 14 yaşındaki Chelsey O'reilly'di. Bu fotoğrafta pilotların nasıl serinleyeceğine dikkat...












Hayır, prenses O'reilly de değildi. Genç pilotun o tırnaklarla nasıl yarıştığı da merak konusu.

Aslında yarışmada tek bir prenses yoktu. Odülleri dağıtan ve balo kıyafeti giyen genç kızlara "prenses" denmesine karar verilmişti. Bu prenseslerin tek eksiği de bütün hurdalığı değiştirecek bir sihirli değnekti. 

3 Eylül 2012 Pazartesi

BURASI NERESİ?


"Bazen onunla da olunmaz, onsuz da. Ama ne hikmettir ki hem iç ve dış düşmanlar hem de gönlünü kaptıranlar 'onunla da onsuz da olmayacağı' konusunda hemfikirdir."


Hep bir yönetim problemi vardır. Koalisyonlar da yönetmiştir, tek adamlar da. O tek adam da iyidir elbette ama ah o çevresi yok mu! Çevresi hep düşmanlarla çevrilidir; içi de düşmanlarla doludur. Bu yüzden hep tetikte olmak gerekir. 

Gönül verenleri her şeyi kolaylıkla yapabileceklerine inanır. Yapabildiği de olur, yapamadığı da. Yaptığındaki coşkusu da yapamadığındaki kederi de en uçtadır! Pardon yapamadığı diye bir şey yoktur; yaptırmamışlardır…

İşlerin iyi gitmesini kitleler sağlar. Bir şeyler kötü gidiyorsa sorumlu kesin birinci adamdır. Olmadı ikinci adam… Hatta birinci adamla ikinci adam arasında -varsa- çekişme tek sorundur. Hiç çekişme yoksa bu kez de zaten diktatörlük vardır, yine sorun vardır.

Kendisini oraya ait hissedenlerin bir kısmı hep övülmek ister. Yermek, hep övülmek isteyenler tarafından ihanetle eş değerdir. Yermekten başka görevi olmayanlar da vardır hem içinde hem dışında… Gerektiğinde öven, gerektiğinde yeren; gerektiğinde İsa'ya, gerektiğinde Musa'ya yaranamaz. 

Tarihiyle gurur duyulur. Hem içeride hem dışarıda tarihiyle gurur duyulmaması gerektiğine inananlar da vardır. İlkler onun eseridir. Çevresinde örnek gösterilir. Geri kalmışlığı da vardır, idare eder.

"İyi şeyler de oluyor" haberleri az okunur. Yenilik heyecanlandırır. Eskiye özlem duyulur. Bir öyledir, bir böyle. Hem öyledir hem böyle! Kafa karışıklığı zenginliğidir. 

Hep büyük bir kapının eşiğindedir. O eşik bir türlü aşılamaz. Bunun sorumlusu elbette iç ve dış düşmanlardır. O eşiği aşmışların ya şansı yaver gitmiştir ya da zaten dışarıdan yardım almış, kaynak sömürmüştür.

Sınırını biraz aşsa "Ne gerek var ki!" diye eleştirilir. Sınırlar içinde kalmasına ise kimse razı gelmez.
Hep hücum etmelidir. Fütuhatçıdır. Savunmada kalmak tarihinde yazmaz!

… gelecektir ve sorunlar çözülecektir. Sorunların çözümü bazen de …'nın gitmesine bağlıdır.

Bazen onunla da olunmaz, onsuz da. Ama ne hikmettir ki hem iç ve dış düşmanlar hem de gönlünü kaptıranlar "onunla da onsuz da olmayacağı" konusunda hemfikirdir.

1 Eylül 2012 Cumartesi

ADAPAZARI'NDA YAMAÇ PARAŞÜTÜ

7. Uluslararası Serdivan Yamaç Paraşütü Festivali başladı.



400 rakımlı Kırantepe'de açılışı yapılan festivalde Amerika Birleşik Devletleri, İran, İngiltere, İspanya, Romanya ve Türkiye'den 60'a yakın paraşütçü katılıyor. Festival 4 Eylül Salı günü sona erecek.

Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar, açılış töreninde yaptığı konuşmada, ''Festivalin aksamadan sürdürülmesini ve devam etmesini istiyoruz. Şu anda değişik ülkelerden gelen 60 paraşütçünün bölgemizi memleketlerinde tanıtması, turizmimize katkı sağlayacaktır. Böyle organizasyonları düzenlemeye devam edeceğiz. Bu şekilde şehrimizin ve bölgemizin tanıtımını sağlayacağız'' diye konuştu.





Açılış konuşmasının ardından Serdivan Belediye Başkanı Alemdar, yamaç paraşütüyle uçtu. Açılış töreni, müzik konseri ve uçuş gösterileriyle sona erdi.

17 Ağustos 2012 Cuma

YILDIZA ULAŞMAK

NBA yıldızı Kobe Bryant, Çin'de büyük ilgi gördü.

Çin'in Vuhan kenti, adeta Kobe Bryant'ı görmeye aktı.


NBA'in Los Angeles Lakers'lı yıldızı, "Taraftarla Buluşma Turu" kapsamında Çin'de bulunuyor.


Hubei eyaletinde, Kobe'yi biraz olsun yakından görmek isteyen basketbolsever ilginç görüntüler oluşturdu.